top of page

Dijital Minimalizm 2: Nasıl?


İlk yazımda aşırıya varan dijital alışkanlıklarımızın maliyetlerinden bahsetmiş, ihtiyacını duyduğumuzun şeyin neden dijital minimalizm felsefesi olduğunu açıklamış ve bu felsefenin tanımını yapmıştım. Eğer ilk olarak bu yazıya ulaştıysanız, bu yaklaşımı daha iyi anlamak adına öncelikle ilk yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Bu yazıda çoğunlukla bu felsefeyi nasıl hayata geçirebileceğimize yönelik pratik uygulamalara odaklanacağım.

İlk olarak tekrar etmekte fayda var: dijital minimalizm felsefesi bir teknoloji düşmanlığı değil, teknolojiyi değer verdiğimiz şeylere faydası olacak şekilde daha seçici kullanmak ile alakalı. Tabi bu noktada fayda kısmı ile birlikte doğru bir maliyet analizinin de önemini vurgulamak lazım. Konu dijital minimalizm olduğu zaman gelen ilk tepkilerden birisi insanların teknoloji kullanımlarını azaltmaları sonucu önemli bir şeyler kaçıracağı endişesi üzerine oluyor; ya da hayatlarına oldukça kolaylıklar sağlayan teknolojilerden tamamen vazgeçmeleri gerektiğini sanıyorlar. Değer verdiğiniz ve önemli bulduğunuz şeyleri kaçırmanızı ve size gerçekten hizmet eden teknolojilerden vazgeçmenizi istemeyiz. Ancak oturup aklıselim bir incelemede bulunduğunuz zaman, tam da bu değerlerinize hizmet etmeniz için gereken teknoloji kullanımının sandığınızdan çok daha farklı olduğunu anlayacaksınız. Dolayısıyla dijital minimalizm felsefesinin temel taşlarından birisi de optimizasyon.

Değerlendirmenizi yapın, kurallarınızı belirleyin:

Dijital tüketim alışkanlıklarınızı masaya yatırıyoruz. Buradaki temel nokta, daha bilinçli ve daha seçici olmak. Dijital hayatınızı sıfırlayıp yeniden başlatacağız. Yapmanız gereken şey dijital alışkanlıklarınızı tek tek gözden geçirmek ve kendi ihtiyaç ve değerlerinize göre kullanım şartlarınızı belirlemek. Kullandığınız hangi teknolojilerin “zorunlu” hangilerinin de “opsiyonel” olduğunu ve bu teknolojileri hangi koşullar altında kullanmanız gerektiğini belirlemeniz lazım. Burada teknoloji derken kastettiğimiz şey “yeni teknolojiler” olarak kategorize edilen; yani bilgisayar veya cep telefonu aracılığıyla ulaşılan her türlü uygulama; internet sitesi; eğlence, bilgi veya bağlantı sağlama vaadinde bulunan her türlü dijital araç. Kullanım sürenize ve bağımlılık derecesine göre televizyon (buna Netflix ve YouTube’u da dahil edebilirsiniz) ve video oyunlar karşısında geçirdiğiniz vakti de değerlendirmeye almanız gerekebilir.

Her bir teknoloji alışkanlığınızı göz önünde bulundurup kendinize sormanız gereken sorular şunlar:

  1. Bu teknolojiyi tam olarak hangi amaç ile kullanıyorum?

  2. Bu amaç gönülden değer verdiğim şeylere hizmet ediyor mu ve/veya hayatımda bir zorunluluk mu?

  3. Değer verdiğim şeylere hizmet ediyorsa ve/veya bir zorunluluk ise bu teknolojiyi kullanmanın en doğru yolu nedir? Yani bu teknolojiyi ne zaman, ne kadar ve nasıl kullanmam gerek?

Bu soruları cevaplarken dikkat etmeniz gereken birkaç nokta var. Öncelikle bir şeyin “kolaylık” sağlamasıyla “elzem” olması aynı şey değil. Aynı şekilde bir şeyin herhangi bir “katkıda” bulunuyor olması da yeterli değil; bu katkıların sizin kendi ihtiyaç ve değerlerinizle ne kadar örtüştüğü ve ne kadarına gereksinim duyduğunuzu da belirlemeniz gerek. Eğer bu katkının hayatınızda önemli bir yeri varsa, bu katkıyı edinmenin en iyi yolunun nasıl olduğunu da belirlemeniz lazım. Dikkatlice düşünün ve olabildiğince detaylı ve net olun. Muğlak ifadelerden kaçının. Kapsamlı bir gözden geçirme sonucu ortaya çıkan tablo tamamen size özgü olacaktır. Örnekler üzerinden gitmek daha açıklayıcı olacak.

Eğer beyaz yakalıysanız iş yerinde e-postalarınıza bakıyor olmanız muhtemelen bir zorunluluk olacaktır. Dolayısıyla bu durumda işinizden olmamanız adına elektronik posta kutularınızı terketmenizi önermiyoruz. Ancak ne kadar sıklıkla ve hangi koşullar altında bakacağınızı belirlemeniz bu alışkanlığınızı tamamiyle değiştirecek. Odaklanmış bir şekilde kendinizi bir işe vermişseniz belirlediğiniz bir süre boyunca posta kutunuzu kapalı tutabilir ve her türlü bildirimi susturabilirsiniz. Benzer şekilde toplantılara elzem olmadıkça bilgisayarınızı ve hatta telefonunuzu götürmeyebilirsiniz. En önemlisi de işle ilgili e-posta kutunuzu iş saatleri dışında tamamen terketmeniz. Elbetteki özel durumlar olabilir ama bu durumları da sıkı bir gözden geçirme ile değerlendirmeniz gerek. Bu özel durumların sürekli olması durumu da hayatınızla ilgili başka türlü bir değerlendirme gerektiriyor.

Sosyal medya hesaplarınızı tek tek gözden geçirmeniz gerekecek. Belki de en bağımlısı olduğumuz dolayısıyla da gözden geçirilmeyi en çok gerektiren kısım da bu. Herkes için tek tek çok farklı tablolar çıkacaktır. Bazılarımız için en hayırlı olanı bazı sosyal medya hesaplarını tamamen terketmek olacakken bazılarımız da kendine özgü koşulları belirleyip bu koşullara göre hesaplarını kullanmaya başlayacak. Yukarıdaki üç soruyu bütün sosyal medya hesaplarınız için tek tek sormanız gerekiyor. Bir gün boyunca saatlerinizi harcadığınız bazı hesapları hangi amaç ile kullandığınızı ilk başta net bir şekilde açıklayamıyor olmak size garip gelebilir. Bana da aynısı olduğu zaman bir yandan da ürkütücü gelmişti. Örneğin Instagram hesabınızı neden kullanıyorsunuz? Tam şu anda yazıya ara verip düşünün. Eğer cevabınız “sosyalleşmek” gibi ucu açık ve muğlak bir şey içeriyorsa sonra tekrar kendinize sorun: Sosyalleşmek derken neyi kastediyorum ve Instagram üzerinden bu anlamda nasıl ve ne kadar sosyalleşebiliyorum? Sosyalleşmenin en doğru yolu bu mu? Ne kadar kullanmama gerek var? Dürüst ve net olun. Yazının ilerleyen kısımlarında sosyal medyanın sosyalleşmenize olan etkilerinden biraz daha bahsedeceğim.

Sosyal medya da dahil olmak üzere internet alışkanlıklarımızla ilgili bir kısıtlama önerisi geldiği zaman ortaya çıkan ilk kaygı önemli bir şeyleri kaçırma endişesi oluyor. İnternet üzerinden sürekli bir enformasyon taarruzuna maruz kalıyoruz. Bu profesyonel meslek hayatımızda takip ettiğimiz önemli bir konuyla ilgili bir etkinlik bilgisi olabilirken, çıfıt çarşısına dönmüş bir bilgi-eğlence (infotainment, örneğin Buzzfeed ya da Onedio) sitesinde gördüğümüz “ünlü birinin şaşırtan eski hali” de olabiliyor. Bazı faydacılık yaklaşımlarına göre her türlü enformasyon parçası bir fayda içerir ve en ufak bir faydası varsa o şeyden olabildiğince istifade etmek gerekir. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre, niteliğine fazla da takılmadan sürekli olarak enformasyon alıyor olmak güzel bir şeydir ve mütemadiyen internete bağlı kalmamız gerekir. Ancak biz dijital minimalistler olarak artık biliyoruz ki sınırlı bir kaynak olan zaman ve dikkatimizi niteliksiz bilgi parçacıkları üzerinde harcamak, yapmak istediğimiz son şey olacaktır. Bunu sürekli olarak daha fazla para kazanmak uğruna bütün zaman ve enerjisinin büyük bir kısmını harcayan modern dünya insanına da benzetebiliriz. Para büyük bir fayda kaynağıdır ancak paraya gerçekten ne amaçla ve ne kadarına ihtiyaç duyduğumuzu unutursak, sahip olduğumuz en değerli şey olan ömrümüzün dakikalarını, ihtiyacımızın çok daha fazlası olan parayı kazanmak için sevmediğimiz bir işte sebepsiz yere harcıyor olabiliriz. Yani bir şeyin faydası, o şeyin maliyetini geçmedikçe geçerlidir. Elbette internet üzerinden değer verdiğimiz şeyler ile ilgili çok kıymetli bilgilere ulaştığımız bir gerçek. O yüzden tamamen terketmek gibi bir önerimiz de yok zaten. Sadece kaçırmaktan korktuğumuz şeyleri bir değerlendirmeye almamız gerekiyor ve takip etmek istediklerimiz için de doğru şartları belirlememiz lazım. Yerinde bir değerlendirme yapmak istiyorsanız kendinize şu soruyu sorun ve üzerinde ciddi ciddi düşünün:

“Bugün [x] üzerinden hangi bilgilere ulaştım ve bu bilgiler benim için ne kadar kıymetli?”

Harcadığınız onca vakti ve biraz daha zedelediğiniz çok kıymetli dikkatinizi göz önüne aldığınızda verdiğiniz cevaplar üzücü olabilir. Şahsen sosyal medya üzerinde gün boyunca harcadığım onca vakitten sonra kendime bu soruyu sorup adamakıllı bir cevap alamamak beni üzmekten çok kızdırmıştı. İlk yazıda bahsettiklerimi tekrar etmekte fayda var: artık dünya ekonomisinin üzerinden döndüğü dijital medya servisleri nötr olmaktan çok uzak ve bizi bağımlı kılmak üzere programlanıyor. Dijital minimalistler olarak teknolojinin harika nimetlerini bu tarz yıkıcı alışkanlıklara bırakmamamız gerek.

Size hizmet etmeyeni tamamen bırakın. Cal Newport, Dijital Minimalizm kitabında 30 günlük bir dijital temizlikten bahsediyor. Benim de yukarıda bahsettiğim tarzda bir gözden geçirme sonrasında zaruri olmayan dijital alışkanlıklarınıza ara verip, bu alışkanlıkları 30 gün sonra belli kriterleri gözeterek tekrar değerlendirmenizi öneriyor. Geçici diyet ve detoks tarzı yaklaşımların tehlikesinden bahsediyor ancak ben de diyorum ki 30 günü unutun ve size hizmet etmeyeni gözünün yaşına bakmadan bırakın. Tabi bunu fevri bir şekilde her şeyi tamamen terk edip sonrasında daha da bağımlısı olacak şekilde geri dönmek yerine detaylı bir gözden geçirme sonucunda daha sürdürülebilir değişikliklerle yapın. Belki bazı şeyleri sınırlı kullanmanız gerekecek ama bazı şeylerin de hayatınızda hiç olmaması daha iyi olacaktır. Mesela benim tamamen bıraktığım dijital alışkanlıklarım arasında Ekşisözlük, Twitter ve 9GAG var. Elbette maksatlı bir araştırma sonucu bir Twitter ya da Ekşisözlük sayfasına girmem gerekiyorsa kendimi engellemiyorum ancak daha önceki dürtüsel ve sebepsiz sayfa ziyaretlerimi tamamen bırakmış durumdayım. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki bazı şeyleri bıraktığınız ilk zamanlarda zorlanabilirsiniz. Bu durum, zorlanma ne kadar fazlaysa o şeye ne kadar bağımlı hale geldiğinizin ve dolayısıyla uzun vadede çok doğru bir karar verdiğinizin bir göstergesi. Yeni alışkanlıklarınızın oturmaya başlaması ortalama olarak 2-3 hafta gerektirmekte. Tamamen bıraktığınız şeyleri tekrar değerlendirmeden önce bu sürece alışmanız için kendinize zaman verin.

Kullanım sürenizi ve koşullarınızı sınırlayın. Eğer bu sıkı elemeye rağmen o dijital servisi hala kullanmaya devam etmeniz gerektiğini düşünüyorsanız, ne kadar ve hangi koşullar altında kullanmanız gerektiğine karar verin. Eğer anlık erişim için kritik değilse akıllı telefonlarınızda bazı uygulamaları silebilirsiniz. Mesela ben, özellikle de kendi reklamını yapmak durumunda olan serbest meslek sahibi birisi olarak cep telefonumda Instagram kullanmaya devam ediyorum. Ancak bana değer katacağını düşündüğüm süre ortalama bir gün için maksimum 10 dakika kadar. Bunu Instagram’ın son zamanlarda eklediği zaman uyarısı özelliği ile de takip edebiliyorum. 10 dakika uyarısını görmeden bitirdiğim çok gün oluyor. Uyarıyı gördüğüm zamanları da anlık bir farkındalık fırsatı olarak ele alıp daha yeni harcadığım dikkat ve vakti değerlendiriyorum. Elbette bazı özel durumlarda daha fazla vakit geçirmem gerekebiliyor ama bunları da alışkanlık haline getirmemeye çalışıyorum. Gözlemlerime göre gerçekten özel bir durum olmadıkça bu vakti aşmanın yollarından bazıları şunlar: paylaştığım hikayelere kim bakmış diye yüzlerce kişiye göz atmak, yıllardır görmediğim ilkokul arkadaşımın yeni köpeğine aldığı oyuncağı paylaştığı hikayeyi görene kadar bilinçsizce hikayeleri kaydırmak ve Instagram’ın arama kısmında bana reva gördüğü bir sosyal medya güzelinin çekici fotoğrafları arasında kaybolmak. İlk yazıda bahsettiğim çeşitli psikolojik hilelerle bunlar gibi bilinçsiz tüketim alışkanlıklarına kapılmadıkça ortalama bir günde 10 dakikayı geçmeyen bir Instagram kullanımı benim için gayet yeterli oluyor. Diğer taraftan hala kullanmaya devam ettiğim ancak anlık erişim açısından daha önemsiz olan Facebook’u cep telefonumdan silmiş durumdayım. Bilgisayarda da kullanmayı bırakmadan çok önce de Twitter’ı silmiştim. Siz de kendi ihtiyaç ve beklentilerinize göre ayarlamalarınızı yapın. Bu değerlendirmeyi yapmak göründüğünden daha meşakkatli olacaktır.

Nerede ve ne zaman kullanmamanız gerektiğini belirleyin. İş yeri örneğine dönecek olursak acil ve önemli bir konuyla uğraşmadığınız takdirde toplantılara laptoplarınızı hatta cep telefonlarınızı almamanız oldukça verimli olacaktır. Kendi adıma söylemem gerekirse yemek yerken kesinlikle telefona bakmamaya özen gösteriyorum. Eğer karşımda birisi varsa her türlü sosyal ortamda telefonu uzak tutuyorum. Yoga stüdyolarında harcadığım tüm süre boyunca telefonum kapalı bir şekilde dolabımda kilitli kalıyor ve dikkatimi tamamen derse ve öğrencilere veriyorum, dersin öncesi ve sonrası da dahil olmak üzere. Vapurdayken elimi telefona sürmüyorum, zira çilesini çektiğimiz güzelim İstanbul’un benim için en keyifli taraflarından birisi de vapur yolculuğu ve bu keyfe tam dikkatimi vermek istiyorum. Hem de ilk yazıda bahsettiğim gibi yalnız kalarak dikkatimi yenileyebileceğim bir aralık yaratmış oluyorum kendime.

Uzmanların akıllı telefonlarımızı sokmamamızı önemle tavsiye ettiği bir diğer bölge de yatak odalarımız. İlk yazıda sıra gelmediği için bahsetmedim ama görünen o ki yatmadan önceki ekran alışkanlıklarımız uyku kalitemizi oldukça düşürüyor. Uykuya girmemizi sağlayan melatonin hormonu salgılanmasını baskılayan ışıklara maruz kalıyoruz. Diğer taraftan bağımlılıklarımız yüzünden yataktayken uzunca bir vakti telefonda geçirebiliyor ve niteliksiz olduğu gibi zararı dokunan birçok içeriğe maruz kalıyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi toparladığımız, sinir sistemimizi temizlediğimiz ve hayati bir öneme sahip uyku sürecini baltalamış olmakla kalmıyor, bilinçaltımızı çer çöp ile dolduruyoruz. Eğer rüyalarını hatırlayan bir insansanız gün içerisinde sosyal medya üzerinden maruz kaldığınız gereksiz bilgi parçacıklarının rüyalarınıza nasıl sızdığını gözlemlemiş olabilirsiniz. Benzer şekilde sabah kalkar telefona uzanıyorsa eliniz, zihnin gün içerisinde en temiz ve çoğumuz için de en verimli olduğu vakti ziyan ediyorsunuz. Sadece yatak odasında değil yatmadan önce ve kalktıktan sonraki belli bir süre boyunca dijital alışkanlıklarınızın çoğunu bir kenara koymanızı tavsiye ederim. Belki kendinize bir sabah ve akşam ritüeli belirler ve dijital ekranlarınızı da bunlardan uzak tutarsınız. Ben mesela sabah ritüelimi yapmadan telefona hiç bakmamaya, sonrasındaki kahvaltıdan önce de sosyal medyaya hiç girmemeye dikkat ediyorum. Aynı şekilde yatmadan 2-3 saat öncesinde sosyal medyaya paydos ediyorum. Telefonum acil bir durum için açık ama internetim (wi-fi ve hücresel ağ) kapalı ve uyku modunda oluyor gece. Böylece sabah acil bir arama olmuş mu diye baktığım zaman dikkatim gelen bildirimlere de kaymamış oluyor (acil durumların hala WhatsApp’dan iletilmediğini varsayıyorum).

Eğer akıllı telefonunuzu yatak odasına sokmaktaki bahaneniz alarmını kullanmaksa kendinize bir çalar saat alabilirsiniz. Dikkat edeceğinize söz verseniz dahi eliniz telefona gidiyor ya da buna direnmek için bilişsel bir güç harcıyor olabilirsiniz. En güzeli telefonu yatak odasına hiç sokmamak. Benzer şekilde eğer gün içerisinde saate bakmak için de ikide bir cep telefonunuza bakıyorsanız kol saati kullanabilirsiniz. Hem telefonunuzla olan temasınızı daha bağımlı kılan bu gereksiz alışkanlığı bırakmış, hem de stilinize uygun güzel bir aksesuar kullanmış olursunuz.

Söylemeye gerek yok ama direksiyon başında ya da yaya olarak bir yola fırlarken de telefonunuza bakmayın bir zahmet (veya çokça karşılaştığım gibi pisuar başında da olmasın bu iş).

Profesyonel olun. Gittiğiniz tatile sırf sizi çeksin diye yanınızda profesyonel bir fotoğrafçı götürmenizden bahsetmiyorum (geçim kaynağınız profesyonel modellikse başka tabi). Bu tamamen seçici olmak ile alakalı. Dijital bir mecradan beklentilerinizi kendi mesleki ve kişisel değerlerinizi göz önünde bulundurarak net bir şekilde belirlemenizden bahsediyorum. Dijital içerikleri tüketim ve gerekiyorsa üretim konusunda oldukça seçici ve profesyonel olun. Dijital dünyada önünüze atılmış sonsuz sayıdaki içeriğin girdabında bilinçsizce kaybolmak yerine tükettiğiniz ve ürettiğiniz şeyler belli bir amaç doğrultusunda ve belli sınırlar dahilinde olsun. Buradaki kilit nokta dengeli olmak. Ne tamamen katı bir şekilde her şeyi dışarıda bırakın, ne de çok yumuşak bir şekilde her şeyi içeri alın. Yoga felsefesinde birbirini dengeleyen iki kavram olarak sthira ve sukha dan bahsedilir. Sanskrit dilinde sthira “sağlam, sabit ve katı” anlamına, sukha ise “yumuşak ve rahat” anlamına gelmektedir ve bir yoga pozunda ikisi birden olmalıdır. Tıpkı tüm canlılarda her hücrenin sağlıklı bir şekilde işlev göstermesinde hayati rol oynayan “seçici geçirgen hücre zarı” gibi. Hücre zarının fazla geçirgen olması halinde hücre, bütünlüğünü yitirerek patlayabilir; ya da çok fazla katı olması halinde doğru besinleri alamayarak veya atıkları atamayarak ölebilir. Sizin de size hayat katan kendi değer ve ilgi alanlarınız ile ilgili dijital içerikler konusunda daha geçirgen olurken, gereksiz ve zararlı içerikler konusunda da daha katı olmayı öğrenmeniz gerekiyor. Tabi bunu nasıl ki faydalı diye sürekli brokoli yemek bir noktadan sonra zararlı hale gelmeye başlıyorsa kaliteli içeriği de belli ölçülerde tutarak yapmanız gerek.

Bunun için kendi doğru kaynaklarınızı belirlemek ve filtreleme yöntemlerini etkin şekilde kullanmanız lazım. Örneğin interneti bir haber kaynağı olarak kullanıyorsanız Twitter’da ya da Ekşisözlük’de rastgele sürüklenmek yerine kendini kanıtlamış ve güvenilir gazetecileri takip edebilirsiniz. Bu tabi ki gene Twitter üzerinden kendi haberlerini hazırlayan bağımsız habercileri takip ederek de olabilir ama bir etiket (hashtag) üzerinden yazılan bütün twitlere göz atmak bilişsel işlemci gücünüz ve ruh sağlığınız için çok yerinde bir yaklaşım olmayacaktır. Özellikle gündemi ateşli olan Türkiye’de yeni bir mevzunun ortaya çıktığı ilk anda haber almak için bu tarz mecralara koşturup saatlerce her türlü spekülasyon ve nefret söylemi okuduktan sonra olayın tamamen başka türlü olduğunu öğrenip, elinizde boşuna yaşadığınız gerginlik ve bilgi kirliliğiyle kalabilirsiniz. Onun yerine olaylar durulduktan sonra doğru ve kaliteli kaynaklardan bilgi almak daha uygun olacaktır. Şahsen günlük haber takip etmeyi bırakalı çok oldu ancak ilgi alanlarımla ilgili doğru kaynaklardan düzenli olarak makaleler okuyorum. Bunun için “Pocket” (getpocket.com) çok işime yarıyor. Haftada 3 kere ilgi alanlarıma göre çeşitli kaynaklardan derlenmiş makaleler posta kutuma geliyor. Hızlıca göz atıp bazılarını bilgisayar başında okuyor, bazılarını da sonra okumak için tarayıcımda (Chrome) bulunan bir uzantıya tek bir tıkla kindle’ıma yolluyorum. Bu yazıya referans olan birçok makaleye de bu şekilde ulaştım.

Benzer şekilde önünüze gelen her şeyi takip etmek yerine kendi ilgi alanlarınıza göre sıkı bir elemeden geçirerek seçtiğiniz belirli kişi ve sayfaları takip edebilirsiniz. Hatta belki ilgi alanlarınıza göre ayrı hesaplar açıp zamanınızı da ona göre değerlendirebilirsiniz. Gerektiği noktada çeşitli filtreleme yöntemlerine de başvurabilirsiniz. Instagram’ın uzun zaman sonra çıkan, takip ettiğiniz kişilerin hikaye ve gönderileri sessize alma özelliği çok faydalı olabilir. Şahsen günlük 10 dakikalık Instagram sınırlamamı biraz da bu özelliğe borçluyum. Çok yakın arkadaşım olup da kırmamak için takip ettiğim ancak her gün sabah kaçta kalktıklarını ve her öğün ne yediklerini de görmek istemediğim için sessize almak durumunda kaldığım çok insan var.

Ürettiğiniz ve paylaştığınız içerikler konusunda da aynı şey geçerli. Sosyal medya ile ilişkinizi kendi hayatınızın sosyal medya uzmanıymışsınız gibi değerlendirin. Tabi daha ilk başta sorduğunuz soruları unutmadan, yani o mecrayı hangi amaçla ve en doğru nasıl şekilde kullanmanız gerektiğine karar verdikten sonra (eğer ki tamamen kullanmamaya karar vermediyseniz). Bu noktada belirtmek gerekir ki bazı insanlar yapı gereği fotojenik olup rahatlıkla poz verebiliyor ve bazı duygu ve düşüncelerini çok rahatlıkla herkesle paylaşabiliyor (şahsen iki gruba da ait değilim). Ancak bir profesyonel gibi daha seçici ve özenli olmak, bu kişilerin daha da çok işine yarayabilir. Böyle bir profesyonellikle belli bir amaca yönelik hareket etmek aynı zamanda oldukça tatmin edici olacaktır.

Burada belirtmek istediğim önemli bir husus daha var: sosyal medya hesaplarımız hayatlarımızın doğrudan bir temsili değil. Olmasının imkanı yok. Kendimizi yetersiz hissetmememiz ve yaşadığımız her ânı, duyguyu ve düşünceyi raporlama gerginliğine girmememiz için bu gerçeği kendimize sürekli hatırlatmamız gerekiyor. Zira dünya ekonomisinin artık etrafında döndüğü dijital bağımlılıklarımızın en aklıbaşında olanlarımızı dahi nasıl tuzağa düşürdüğünü görmüştük. Özellikle bu hesapları bir profesyonel gibi belli başlı amaçlar doğrultusunda kullanmayı tercih ediyorsanız belli filtrelerden geçirilmiş içerikler paylaşacak ya da tüketeceksiniz. Bu da amacınıza bağlı olarak karanlık yanlarınızı, kırılgan veya mahrem anlarınızı -hayatınızın değerli ve ayrılmaz parçaları olsalar dahi- çok büyük ihtimalle paylaşmayacağınız anlamına geliyor. Bazen sadece güzel paylaşımlarıyla sosyal medya hesapları kendilerini temsil etmiyor diye zayıf, özel veya farklı yanlarını paylaşan arkadaşlarımı görüyorum. Buna saygı duymakla birlikte sosyal medyanın sadece sosyal medya olduğunu, sizi tamamen temsil etmesinin mümkün olmadığını, doğası gereği gerçeğin filtrelenmiş bir halini yansıttığını ve bu kadar da önem vermememiz gerektiğini söylemek istiyorum.

Aldıklarınızı gözden geçirin: Bütün dijital alışkanlıklarınızı gözden geçirerek hangi hesaplardan kimleri ve neleri takip ettiğinize bakın ve size hizmet etmeyen veya iyi gelmeyen şeyleri bırakın. Özellikle sosyal medya hesabınızdaki takip ettiğiniz birçok şeyi terketmeniz hayrınıza olacaktır. Posta kutularınıza da bakarak aboneliklerinizi gözden geçirin. Muhtemelen hiç açıp bakmadığınız birçok e-posta aboneliğiniz olacak. Aboneliklerden çıkarak bunları hiç almamak daha iyi. Artık Türkiye’de kanun gereği reklam amaçlı gelen mesajların aboneliklerinden de çıkabiliyorsunuz. Belki işinize yarar düşüncesiyle tuttuğunuz, düzenli aralıklarla sürekli olarak gelen, ancak yararlanmadığınız bütün aboneliklerinizi gözünün yaşına bakmadan iptal edin.

Bütün bunların yanında çok önemli bir nokta daha var: sürdürülebilir bir dijital minimalizm felsefesi için azalttığımız teknoloji kullanımı sonucu bize kalan vaktimizle neler yapabileceğimizi iyi bir strateji ile belirlememiz lazım. Aksi takdirde ilk gün sürekli duvara bakarak geçerse ikinci gün telefonlara koşarak sarılabiliriz.

Farkındalık arası: Oturup bir süre odaklı bir şekilde çalışmayı başardınız ve artık dikkatiniz azalmaya başladı. Haliyle bir ara vermeniz gerekiyor. Artık cep telefonunuzu açıp şu Instagram’a bir göz atmak iyi bir fikir olabilir değil mi? Eğer amacınız dikkatinizi dağıtmak ise evet, dikkatinizi toparlamak ise hayır. Dikkat tortusundan bahsetmiştik. Çok kısa bir süreliğine de olsa bir şeye maruz kaldığınızda bu hele ki sosyal medya üzerinden duygusal yükü olan bir şey olduğu zaman dikkat kapasitenizin bir kısmını bu şeye aktarmış oluyorsunuz. Telefonunuza ufacık da olsa bir göz atmanız dikkatinizi tamamen gasp edecek bir bildirime ya da paylaşıma kaydırabilir. Benim tavsiyem telefona bakma aralığınızı olabildiğince uzatmanız. Madem telefona bakmayacaksınız size aynı zamanda dikkat kapasitenizi de yenileyebileceğiniz bir öneride bulunabilirim: farkındalık arası verin.

Tüm dikkatinizi bulunduğunuz alan ve an içerisinde bulunan şeylere getirin. Olanları olduğu gibi gözlemleyin. Dikkatinizi ister kendinize, isterseniz de çevrenizde olanlara getirebilirsiniz. Dikkatin iki hali arasında gidip gelebilirsiniz; birisi seçici dikkat, diğeri de açık farkındalık. Kendinizle yalnız kalabileceğiniz bir farkındalık arasında yapabileceğiniz bazı şeyler şunlar:

Beden taraması: Dikkatinizi beden parçalarınız üzerinde gezdirin. Her bir parça üzerinde belli bir süre kalarak neler oluyor gözlemleyin. İlle de birşey hissetmenize gerek yok ancak farkındalığınızı getirdiğiniz bölge üzerinde bir karıncalanma, ısı ya da herhangi başka bir hissiyat deneyimleyebilirsiniz. Özellikle gün içerisinde gerginliği biriktirebildiğimiz tetik bölgelerde (boyun, alt karın, çene, iki kaş arası, omuzlar gibi) farkettiğiniz gerginlik, farkındalığın kendisi ile birlikte çözülebilir. Pratik yaptıkça hassasiyetiniz artacaktır. Bedensel farkındalığın önemi bu yazıda kısaca bahsedemeyeceğim kadar önemli. Blog’daki konuyla ilgili diğer yazımalarıma bakabilirsiniz.

Nefes farkındalığı (ya da nefes çalışması): Öncelikle nefesinizi farkedin. Nefesinizin tam şu anda nasıl olduğunu algılayın, sığ, derin, aralıklı, düzenli, rahat ya da gergin. İsterseniz nefese hiç müdahele etmeden kısa bir nefes farkındalığı çalışması yapabilirsiniz. Bunun için tek yapmanız gereken dikkati mümkün olduğunca nefes üzerinde tutarak her nefes verişten sonra içinizden saymanız. Dikkatiniz dağıldığında ya da 10’a geldiğinizde tekrar başlayın. İkinci seçenek de nefese müdahale ederek belli sayılarda alıp vererek bir nefes çalışması (pranayama) yapmanız. Benim ilk tavsiyem nefesi aldığınız sürenin iki katı sürede veriyor olmanız. Yani nefesi içinizden sayarak 3 saniyede alıyorsanız 6 saniyede verin, bunu zamanla artırabilirsiniz, yani 4 al 8 ver ya da 5 al 10 ver gibi.

Açık farkındalık: Dikkatiniz, çevrenizde bulunan şeyler etrafında serbestçe dolaşsın. Herhangi özel bir şey aramadan çevrenizde olan şeyleri olduğu gibi farkedin. Mümkün olduğunca çok duyunuzu birden kullanın. Bu çalışmayı özellikle bir sırada beklerken ya da toplu ulaşımla seyahat ederken uygulayabilirsiniz. Kendinize daha ince detayları keşfetmeniz yönünde meydan okuyun: sürekli değişen ışıklar, renkler, yazılar, sıcaklık, temas ettiğiniz yüzey, bulunduğunuz alanın genişliği, etrafınızdaki kişilerin duygu durumları, meslek tahminleri ve benzeri sonsuz detay. Kısacası bu bir Sherlock Holmesçuluk. Zihninizin sizi nasıl eğlendirdiğini gördüğünüzde şaşırabilirsiniz. Google’ın verimlilik uzmanı olarak yöneticilerine koçluk yapan Laura Mae Martin, aynı yaklaşımı bir farkında verimlilik (mindful productivity) taktiği olarak değerlendiriyor. Kendi düşüncelerinizle yalnız kaldığınız bu anlarda beyninize alan tanıyarak yeni bağlantılar kurmasına izin veriyorsunuz. Zihninizin serbestçe dolaşmasına izin verdiğiniz takdirde yaratıcılığınız uyanacak. Bir “evreka anı” sizi bir sonraki metrobüs yolculuğunuzda bekliyor olabilir.

Analog deneyimler:

Bir dijital minimalist olarak dijital uğraşlarınıza ayırdığınız vakti azaltmanız kadar size kalan vakti nasıl değerlendirdiğiniz de çok önemli. Eğer mevzu dijital olanı kısmaksa, boşta kalan vakti de analog olanı artırarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Yeni ritüeller belirlemenin, yeni bir hobi edinmenin ya da yeni bir projeye başlamanın vakti gelmiş olabilir. Bu kitap okumak ya da yürüyüşe çıkmak kadar basit şeyler de olabilir, yeni bir enstrümana başlamak, dans kursuna yazılmak, el becerisi gerektiren bir şeyler üretmek ya da inşa etmek gibi daha uzun çaplı ve çetrefilli şeyler de olabilir. Müzeye gidip bir esere tüm dikkatinizi verebilirsiniz (Instagram’da hikaye olarak paylaşmadan). Mesela hepimizin doğada daha çok vakit geçirmeye ihtiyacı var. Bazı batı ülkelerinde telefonların çekmediği ve internetin olmadığı kırsal bölgelerde lüks tatil deneyimleri sunulmaya başlandı. Görünen o ki insanlar, Google Maps yerine harita kullanmak zorunda kalarak ulaştıkları bu yerlerin günlüğüne yüzlerce dolar ödemek için sırada bekliyor. Belki böyle bir tatile yeltenmek yerine telefonları çantalara attığınız günübirlik bir doğa yürüyüşünü ya da haftasonu kamp kaçamağını da değerlendirebilirsiniz. Diğer taraftan sosyalleşebileceğiniz analog deneyimler, beyninizin bozulma riski altındaki sosyal devrelerini toparlayabilir. Bu sevdiğiniz birisiyle kahve içmek olabileceği gibi bir samba okuluna yazılıp yüzlerce kişiyle dans etmek de olabilir. Kendinize uygun bir şey bulmanıza özen gösterin zira bu şekilde dikkatinizi dijital bir baştan çıkarıcıyla dağıtmadan bu analog deneyime yönlendirmek çok daha kolay olacaktır. Ayrıca zor ve emek gerektiren bir şey seçmeniz yaptığınız şeye bir değer katarak daha anlamlı olmasını sağlayacaktır.

Kendinizi yeniden kodlayın. Dijital alışkanlıklarınızı azaltmanız göründüğü kadar kolay olmayacak muhtemelen. Eliniz sürekli olarak telefona ya da bilgisayara gidiyorsa tam da bu anları kendinizi yeniden kodlamak için bir fırsat olarak değerlendirebilirsiniz. Bu anlar için edinmek istediğiniz analog alışkanlıklarınızı en baştan belirleyin. Eliniz telefona kaydığı zaman önce duraklayıp bir boşluk verin ve kendinizi farkındalıkla gözden geçirin. Belki bu boşluk, dürtünüze tepki vermenizi engelleyebilir ya da duruma göre telefonu açmak yerine belirlediğiniz analog alışkanlıklara yönelebilirsiniz. Kendimden örnek vermem gerekirse dürtüye kapılıp telefona koşmak yerine yapmayı belirlediğim şeyler şunlar: evdeysem su içmek, bir şekilde hareket etmek, mesela ayağa kalkmak, esnemek, barfikse asılmak ya da üç topumu alıp kısa bir jonglörlük çalışması yapmak (umarım bir ara artık toz tutmuş gitarıma da el atacağım); dışardaysam yukarıda bahsettiğim bir farkındalık arası vermek, sosyal etkileşim fırsatlarını değerlendirmek, yanımda sürekli bulundurduğum bir kitabı ya da belki de kindle’ı (evet biliyorum bu azıcık dijital) açmak. Yaptığım başka bir şey de dikkatimi son zamanlarda üzerinde düşündüğüm şeylere yönlendirmek. Hatta bunun için sürekli güncellenen bir listem de var ve gerektiğinde bu listeye bir göz atıp dikkatimi bu konulara vermeyi seçtiğim zamanlar oluyor.

Bloklar belirleyin. Her ne yapmaya karar verdiyseniz bir zaman aralığı belirleyin ve bu blok içerisinde hiçbir dijital etkileşiminiz olmasın. Bütün dikkatiniz yaptığınız şeyde olsun. Arada sıkılmak da serbest ancak telefona hiç bakmayın. Telefona çok kısa bir bakış atma fikri sizi cezbedebilir. Ancak yazının öncesinde de üstünde uzunca durduğumuz gibi asıl mesele kaybedeceğiniz 10 saniyeden daha çok tamamen kaybedeceğiniz dikkatiniz olacaktır. O yüzden bu şekilde bloklar belirleyip yaptığınız işe kendinizi verdiğiniz sürece hem yaptığınız işte daha derinleşecek, hem de kaybolan dikkat kapasitenizi toparlayacaksınız.

Telefonunuzla temasınızı azaltın:

Telefona rastgele aralıklarla çok kısa da olsa bakıyor olmanın bağımlılığımızı nasıl pekiştirdiğinden bahsetmiştik. Bu konuyla ilgili yapabileceğimiz birkaç stratejik ayarlamadan bahsedeceğim.

Telefonunuz sürekli uyku modunda olsun. Acil durumların hâlâ aranarak bildirildiği bir dünya varsayımıyla zırt pırt gelen bildirimlerle dikkatiniz dağılmasın diye telefonunuzu sürekli olarak uyku modunda tutun. Bu şekilde sadece arandığınız zaman telefonunuz çalacak. Gelen bildirimlerle de telefonunuza bakmayı tercih ettiğiniz zaman ilgilenebilirsiniz. İlk zamanlarda acaba bir bildirim gelmiş midir diye sürekli telefona bakma dürtünüz olabilir. Ama kendi tecrübeme dayanarak bunun da zamanla azaldığını belirtebilirim.

Bildirimlerin çoğu kapalı olsun. Bu herkesin önceliğine göre farklı olacaktır mutlaka ama oturup incelediğimizde hepimizin azaltabileceği birçok bildirim çıkacaktır. Gene kendimden örnek vermem gerekirse cep telefonumda iletişim kanalları dışındaki bütün uygulamaların bildirimi kapalı durumda. Yani bir navigasyon uygulamasından “seni özledik, nerelerdesin?” minvalinde bir bildirim almıyorum. Daha da beteri olan haber uygulamalarından sürekli bir son dakika bombardımanına maruz kalmıyorum. İletişim kanallarına gelecek olursak Instagram ile ilgili bütün bildirimlerim kapalı. Yani mesaj da gelse bunu ancak uygulamayı açtığım zaman görüyorum. WhatsApp’daki bütün gruplar sessizde (evet hepsi). Gmail hesabımla ilgili sevdiğim bir numara da şu şekilde: gmail’in akıllı algoritmaları sağolsun posta kutunuzu “önemli” ve “diğer herşey” şeklinde ikiye bölebiliyorsunuz. Sizin de önemli ama algoritmanın gözden kaçırdığı e-postaları önemli diye belirtmenizle sistem zamanla yerine oturuyor. Önemli olan maillerime bildirim alırken diğerlerine almıyorum (bunu ilk keşfettiğimde kendimi bir dahi bir teknoloji gurusu gibi hissetmiştim). Bütün e-postalarına bildirim alan arkadaşlarımı görünce aklımın çıktığını da belirtmem gerek.

Telefonunuzu renksiz kullanın. Evet doğru duydunuz, telefonunuz renksiz olsun ki hiç bakasınız gelmesin. Hem iPhone’da hem de Android’de bu ayarlamayı yapabiliyorsunuz. Hatta şahsen kendi iPhone’umda erişebilirlik kısmından yaptığım bir ayarlamayla da orta tuşa üç kere basarak renkli ve renksiz modları arasında hızlıca geçiş yapabiliyorum. Etkisi herkes için farklı olacaktır mutlaka ama beynimizi kandırmanın bir yöntemi olarak denemeye değer.

Saat kullanın. Bundan daha önce de bahsetmiştik zaten. Sırf saate bakmak için ya da alarmını kullanmak için telefonu kullanmayın. Gün içerisinde kullanmak için kol saatiniz, yatak odanızda da alarmlı bir masa saati olsun.

Telefonu uzak tutun. Telefonu kendinizden uzak tutabileceğiniz fırsatları gözleyin. Özellikle anda kalmayı tercih ettiğiniz ama pratik uygulamaları açısından da yanınızda bulundurmak istediğiniz zamanlarda telefonunuzu çantanızın ücra bir köşesinde bırakabilirsiniz. Örneğin bir doğa yürüyüşüne çıktığınızda bunu uygulayabilirsiniz. İş yerindeyken toplantıya giderken masanızda bırakabilirsiniz. Yemek yerken masadan uzak tutabilirsiniz. Size ilk başta en radikal gelebilecek bir diğeri de telefonu tamamen evde bırakmanız. Hatta bu anlarda telefonu kapalı da tutarsanız size mesaj attığı mesajın cebinize girdiğini düşünen yakınlarınızı da kırmaktan kaçınabilirsiniz. Bunun için uygun fırsatları belirleyin. Kendimden örnek vermem gerekirse yazlık sitedemizdeyken denize, havuza ya da spora giderken telefonu evde bırakıyorum. Gittiğim en son yoga kampında da telefonu 5 gün boyunca odada (çoğunlukla da kapalı) tutmuştum. Telefonların ceplerimize girmesi insanlık tarihinde yeni bir icad sayılır ve eminim ki telefonsuz da hayatta kalabilirsiniz. Çocuk haliyle telefonsuz bütün gün dışarıda sürten ve akşam ezanı saatinde eve dönen bir nesile aitseniz eğer (mesela ben), ne dediğimi zaten biliyorsunuz demektir.

Telefon bağımlılığı için tasarlanmış ve sadece bir plastik parçası olan NoPhone yok satıyor.

Telefon bağımlılığı için tasarlanmış ve sadece bir plastik parçası olan NoPhone yok satıyor.

Dijital dünyada asosyal olun

Başlık sizi rahatsız ettiyse şöyle bir genişletelim: gerçek dünyada sosyalleşebilmek adına dijital dünyada asosyal olun. İlk yazıda da bahsettiğimiz üzere insan canlıları olarak başkalarıyla kurduğumuz sağlıklı ilişkiler hayati önem taşıyor. Mutlu, sağlıklı ve tatmin edici bir hayat için başkalarıyla bağ kurmaya ihtiyacımız var. Gerçekten görmeye ve görülmeye, desteklemeye ve desteklenmeye gereksinim duyuyoruz ve bu hepimiz için geçerli. Dijital iletişim araçlarının ruh sağlığımız üzerindeki etkilerini tespit etmek pek kolay değil. Bu konuyla ilgilenen bilimsel araştırmaların sayısı artmaya başladı ancak çok farklı sonuçlar ile karşılaşıyoruz. Fakat rahatlıkla söyleyebiliriz ki asıl mesele, sosyal medya faaliyetlerimizin bizi çok daha önemli bir şeyden, gerçek dünyada sosyalleşmekten uzaklaştırması. Gerçek dünyada yaşadığımız yüz yüze etkileşimlerin zenginliği dijital bir ekran karşısında yaşadığımız etkileşimlerle kıyaslanamaz bile. Beynimizin biz farketmeden işlemden geçirdiği çok fazla ince detay var. Dijital iletişim araçları vasıtasıyla yaşadığımız düşük çözünürlüklü etkileşimler, yüz yüze muhabbeti taklit ediyor olsa da gerçek zamanlı sosyal hayatta kullandığımız yüksek performanslı bilgi işleme devrelerini atıl bırakıyor. Dolayısıyla bu araçlar, yüksek sosyallik ihtiyacımızı karşılayamıyorlar. Dijital dünyada yaşadığınız iletişim gerçek dünyada yaşadığınız bağlantının sadece ufak bir uzantısı ya da vesilesi olarak kaldığı sürece bir problem yok. Ancak sosyalleşme ihtiyacınızın çoğunu dijital dünya üzerinden yaşamaya başladıysanız alarm çanlarının çalması gerek. Dijital bir arkadaşınızın paylaşımına iki kere dokunup kalp göndermek, arada bir de yorum yapmak sizi o kişiyle bağlantıda hissettirebilir ancak bu arkadaşınızla sosyalleşme görevini yerine getirdiğinizi düşünüp gerçek dünyada vakit geçirmediğiniz zaman çok daha büyük bir kayıp duygusu yaşarsınız. Bir göz temasının ve beraber paylaşılan bir anın yerini kalp butonu aldığında oturup ciddi ciddi düşünmemiz gerekiyor.

Bir yandan gerçekten bağlantı kurmak istediğiniz insanlarla çevrimdışı vakit geçirmeye özen gösterirken diğer yandan da dijital arkadaşlıklarınızı bu seviyede tutmaya çalışabilirsiniz. Bu seçenek özellikle dijital bağlantıların aynı zamanda geçim kaynağı vasıtası olduğu serbest meslek sahiplerine çok cazip gelebilir. Bunu başarabiliyorsanız ne âlâ, ancak dijital araçların daha sinsi olan bir başka etkisine de dikkat etmeniz gerek: çevrimdışı iletişime ayırdığınız anları da istila etmeleri. Sevdiklerinizle beraber olduğunuz anlarda da eliniz sürekli olarak telefonunuza gidiyor olabilir. Dijital dünyanın nasıl bağımlılık yaratığından bahsettik. Dijital arkadaşlarımızla olan iletişim kurma dürtünüze kapılarak burnumuzun dibindeki çok daha zengin etkileşimin kalitesini de düşürüyor olabilirsiniz. İnsan beyni telefonundan gelen dijital bir iletişim talebiyle tam karşısında duran kişiyle bağlantı kurma gereksiniminin arasındaki farkı ayırt edemiyor. Telefonumuza bir mesaj gelmişse karşıdaki kişinin sözünü kesme pahasına bu mesajı cevaplama dürtüsüne kapılabiliyoruz. Diğer yandan telefonumuzda hızlıca geçiştirebildiğimiz dijital etkileşimler, gerçek dünyadaki daha yavaş, zaman ve ilgi gerektiren etkileşimlere olan ilgimizi ve vaktimizi azaltıyor olabilir. Tabi ilk yazıda bahsettiğim diğer önemli tehlikeleri de unutmayalım. Sonuç olarak bir dijital minimalist olarak yerinde bir fayda zarar analizi yapmamız lazım. Aradığımız şey denge. Yazının başında bahsettiğim sosyal medya araçların kullanım koşullarınızı belirleme ve size hizmet etmeyeni tamamen bırakma gibi stratejileri tekrar hatırlatayım. Bu noktada ekleyeceğim birkaç şey daha var.

“Beğen” butonuna basmayın, her şeye yorum yapmayın. Bu yaklaşımı doğrudan Cal Newport’un Dijital Minimalizm kitabından alıyorum. Yazının bu kısmına kadar geldiyseniz sosyal medyaya dair kanaatiniz bir miktar değişmiş olabilir. Artık gönderdiğiniz kalpleri ve yaptığınız kısa yorumları bir arkadaşla bağlantı kurmanın hoş bir yolu değil, anlamlı bir sosyal hayat kurma girişimlerinizi baltalayan dürtüsel bir hareket olarak görmeniz lazım. Buradaki esas tehlike bütün bu dijital etkileşimlerin, gerçek dünyada bağ kurmanın makul bir alternatif olduğu fikrini aşılaması. Siz farkında olmadan bu fikir, yüksek değerli sosyalleşme fırsatlarını baltalamanıza yol açabilir. Dengeli olabileceğinizi düşünebilirsiniz ama çok dikkatli olmanız gerek.

Buradaki ilk çekince dijital arkadaşlarınızı gücendirebileceğiniz kaygısı olabilir. Bazı şeyleri beğenip yorum yapmadığınız için ihmalkar veya duygusuz olmakla suçlanmaktan endişe duyabilirsiniz. Konunun özüne tekrar dönecek olursak böyle anları gerçek dünyada etkileşime geçmek için bir fırsat olarak değerlendirirseniz böyle bir problem olmayacaktır. Örneğin Instagram’da bir arkadaşınızın hayatındaki önemli bir gelişmeyi gördüyseniz beğenip yorum yapmak yerine, samimiyet derecenize göre o kişiyi doğrudan arayıp tebrik edebilir, kahve ısmarlama teklifinde bulunabilir, bir kutlama organizasyonu düzenleyebilir ya da basitçe yüz yüze ilk karşılaşmanızda konuyu gündeme getirebilirsiniz. Beğeni ve yorumlarla ilgili bu yeni tavrınızı da en baştan ilan ederek üzerinizdeki baskıyı azaltabilirsiniz. Şahsen insanların konuyla ilgili tavrımı bilmelerinden dolayı, kendi rastgele beğeni ve yorum yapma alışkanlıklarıma çeki düzen verdiğimden beri elle tutulur bir şikayet almadım (“hikayelerime artık bakmıyorsun” diyen birkaç arkadaşım oldu). Bilakis aynı yaklaşımla bunları çevrimdışı fırsatlara çevirme konusunda daha tetikte olup değerlendirdiğim için sosyal bağlarımı daha da güçlendirdiğimi düşünüyorum.

Bir dijital minimalist olarak sosyal medya hesaplarınızı kullanım koşullarınız, karmaşık ve birçok etkene bağlı bir mevzu. Ancak hepimizin kendi alışkanlıklarını sıkı ve sürekli bir değerlendirmeden geçirmeye ihtiyacı var. Hatta bir noktada durup sadece bir cep telefonu ekranına sıkışıp kalan arkadaşlıklarımızın ne kadarına ihtiyaç duyduğunuzu dahi kendimize sormamız gerekebilir.

Mesajlaşmalarınızı kısıtlayın. Teknolojinin getirdiği kolaylıkla birlikte artık bir noktadan sonra yıpratıcı hale gelen sürekli bir mesaj bombardımanı altında yaşıyoruz. Mütemadiyen çevrimiçi kalarak arkadaşlarımızın mesajlarına anında cevap vermek, arkadaşlıklarımız için rahatsız edici bir zorunluluk haline gelmeye başladı. Bu özellikle belli bir yaşın altındaki insanlar için daha da geçerli. “Beklemede” olma görevini yerine getirmemek ciddi bir ihmal gibi görülebiliyor. Ancak bir önceki maddede geçerli olan tehlike burada da geçerli: ne kadar çok mesajlaşırsak, yüz yüze sohbeti daha da az gerekli görmeye başlıyoruz ve sürekli telefonda olma hali o sırada yaşadığımız gerçek zamanlı etkileşimin değerini düşürüyor. Mesajlaşmayı tamamen bırakmak gibi bir tavsiyede bulunmak çok gerçekçi olmayacaktır. Diğer taraftan mesajlaşmayı sürekli arka planda akan bir geyik kaynağı olarak görmek yerine, kendi seçtiğiniz belli zamanlarda kontrol edecek şekilde kısıtlarsanız, gerçek bir dijital minimalist olarak teknolojiden zararlarını asgariye çekerek yararlanmış olacaksınız.

Cal Newport’a göre bu uygulamanın iki temel getirisi var. İlki, mesajlaşmadığınız anlarda işinize gücünüze veya o esnada neyle ilgileniyorsanız ona odaklanma imkânı. Arkadaşlarınıza anında cevap verme baskısıyla sürekli etkileşim halinde olmak aşırı yüklenme yarattığından, mesajlaşmaya ara vererek kaygı düzeyinizi bir nebze azaltabilirsiniz. İkinci temel getiri de şu: Mesajlaşmayı kesintisiz bir faaliyet olmaktan çıkardığınızda, ilişki tarzınızı daha anlamlı ve tatmin edici bir hale getireceksiniz. Eşiniz dostunuz veya aile fertleriniz, WhatsApp’dan yolladıkları her komik videoya veya ilginç tarihsel anektoda tepki verdiğiniz sürece sizinle kurdukları ilişkinin fena gitmediğini düşünürler. Aynı şekilde siz de dahil olduğunuz 50 kişilik bir WhatsApp grubunda birinin doğum gününü kısa bir mesajla kutlayarak o kişiyle olan ilişkinizi sıkı tuttuğunuzu düşünebilirsiniz. Bu tarz etkileşimler yeterli bir samimi ilişki gibi görünür ve bu yüzden de daha anlamlı bir bağ kurmak için zaman ve çaba harcama motivasyonu azalır. Oysa bu yazışmalarda belli amaca hizmet eden önemli noktalarda cevap vermeye devam ederken tüm güne yayılan geyiklere katılmayı bıraktığınız takdirde bu dinamik değişir ve kimse bu mesajlaşmaların gerçek sohbet yerine geçtiği hissine kapılmaz. Yakın olduğunuz insanlara bu yeni iletişim tarzınızı açıklarsanız bu yorucu görevden azade olacağınız gibi onları da kırmaktan kaçınmış olursunuz. Sonuç olarak iki taraf da bu hafif sıklet iletişim tarzının eksikliğini doldurmak için daha iyi iletişim ve ilişki kurma yolları arayacak ve sizin için gerçekten değerli olan ilişkiler bu şekilde güçlenecektir.

Teknolojinin aklımızın almadığı bir hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Sinir sistemimiz bu kadar uyaran bombardımanına adapte olamamışken, internetin beynimizdeki sinirlere doğrudan bağlantı kuracağı biyonik teknolojiler kapıda. Her şeyimizi sorgusuzca paylaştığımız teknoloji devleri, yerel seçimde vereceğimiz oyu ve eşimize alacağımız hediyeyi bile bizim yerimize karar veren akıllı zeka sistemleri üzerinde çalışıyor. Teknolojik kaynaklarımızı selfie kamera teknolojilerinden çok, toprak anamızın acil ihtiyaçlarına yönlendirmemiz gerek. Artırılmış gerçeklikten önce, gerçekliğin kendisini yaşamaya ihtiyacımız var. Doğru kullanıldığında mucizeler yaratan teknolojiden istifade etmeye devam ederken insan olma deneyimini de kaybetmememiz lazım.

Etiket ile ara
bottom of page