top of page

Zorunlulukların zulmü

Neo-Freudyen ekolün en önemli temsilcilerinden psikanalist Karen Horney "zorunlulukların zulmü (the tryanny of the shoulds)" kavramından bahseder. Horney nasıl olmamız gerektiğini düşündüğümüz "ideal benlik" ile gerçekte nasıl olduğumuz "gerçek benlik" arasında bir ayrım yapar. Kendimizi sürekli başkalarıyla kıyaslayarak gerçek benliğimizden çok uzakta ulaşılamaz bir ideal benlik yarattığımızı ve bu ikisi arasındaki mesafe açıldıkça da o kadar fazla nevrotik eğilimler sergileyip acı çektiğimizden bahseder. Horney'e göre sürekli bir kıyaslama içerisinde bulunmak hem beyhude hem de zararlı bir alışkanlıktır. Zira her birimiz biriciktir ve kendi doğamızla uyuşmayan bir kişi olmaya çalışmak acı verir. Horney bu uyarıyı 1950'li yıllarda yapmış. Ancak insanların kendini gösterme zorunluluğu hissettiği; kendini dünyanın öbür ucundaki bir insanla bile kolaylıkla kıyaslayabildiği ve hatta buna itildiği sosyal medya çağında bu uyarıya daha çok kulak vermek gerek. Bütün dünyayı gezmemiz gerek; hem tutkulu olduğumuz işi bulup hem de bu işten çok para kazanmamız gerek; çok güzel/yakışıklı ve atletik olmamız gerek. Bir sürü hobimizin olması gerek; mesela yoga yapmamız gerek. Hem en akrobatik pozların hepsini yapmamız gerek hem de bunları havalı bir lokasyonda doğru ışık, açı ve estetikle başkalarının beğenisine/onayına sunmamız gerek. Yoga yapıyorsak mesela Bali'ye de gitmemiz gerek. Son moda yoga kıyafetlerini giymemiz, en marka matları edinmemiz gerek. Eğitimden eğitime koşturup kendimizi hiç es vermeden geliştirmemiz gerek. Hem de bunları tam tersini sandığımız ancak bizi "tek tipleştiren" algoritmaların karar verdiği -dolayısıyla kendi doğamıza uzak olma ihtimali bir o kadar yüksek- belli bir standarda göre yapmamız gerek. Kendimizden beklentilerimiz çok fazla ve zulmü de bir o kadar yüksek. Ancak yoga öğretisi bize hem kendi biricik ve özgün doğamızı inceleyip keşfetmemizi -svadhyaya- hem de bu keşif sürecinden keyif almamızı ve kendimizden memnuniyet duymamızı -santhosha- söyler. Beğenilmek ve kabul görmek oldukça insani ihtiyaçlardır. Öte yandan bu ihtiyaçlarımız kendinden şüphe etmenin daha fazla tüketim ve kâr getirdiği mevcut ekonomik ve toplumsal düzen içerisinde oldukça suistimal edilir ve bizi fark etmeden içinde yutar. Kendimizi eksik hissetmenin bizi motive ettiğini düşünebiliriz. Bir başkasına kendimizi kanıtlama derdine düşüp akrobatik bir performans sergilemek için matın üstüne gelerek yoga'da "ilerlediğimizi" sanabiliriz. Ancak yoga öğretisine göre kendi gerçeğimizi bilmemek -avidya- ve bizi en başta bu kıyaslamaya götüren içerdeki ayrıksı benliğimize/ego'ya bu kadar sıkıca tutunmak -asmita- ızdırap içinde olmamızın -kleşa- en temel sebeplerindendir. Yoga daha çok değil daha az ama daha bütün olmak üzerinedir. Yoga'nın lezzetini tam olarak alabilmek için doğru içsel sebepleri bulursak eğer yüksek performans dediğimiz şey de uyumlu bir zihin-beden bütünlüğü içerisinden bir yan ürün olarak kendiliğinden ortaya çıkacaktır zaten. Kendi doğamızı anlamaya başladıkça zihnimizde sağlıklı bir ideal benlik yaratır ve potansiyelimizi sergileme yolunda içeriden motive oluruz. Kendi özgün doğamızı keşfedip bağ kurabilmek için; kendimiz dediğimiz şeyin zihin-beden-bilinç katmanlarını görebilmek, bu katmanlarda gezinebilmek ve ötesine geçebilmek için; ya da en basit haliyle iyi hissedebilmek ve hayatı kaçırmadan hakkıyla yaşayabilmenin en temel koşulu olan yüksek bir dikkat ve farkındalık geliştirebilmek için yoga yapabiliriz. Olduğumuzdan ya da olabileceğimizden başka biri olma zorunluluğu hissetmeden, büyük bir memnuniyet ve keyif hali içinde.

Etiket ile ara
bottom of page