top of page

Yogacı dediğin çevreci olur


Bir çiçeğe gerçekten bakabilirseniz eğer, varlığının onu besleyen topraktan, enerjisini veren güneşten, suyunu sağlayan yağmurdan ve çoğalmasına yardımcı olan böceklerden ayrı olmadığını görürsünüz. Doğal dünyada hiçbir şeyin kendi başına, geri kalan her şeyden ayrı bir varlık sergilemediğini, diğer her şeye bağlı ve bağımlı olduğunu görürüz. Bu hem bizim de ayrılmaz bir parçası olduğumuz doğanın temel bir kanunu hem de yoga'nın kalbinde yatan birlik ve bütünlük ilkesinin özüdür.

İnsan türü olarak kendimizi uzun bir süredir doğal dünyadan ayrı tutuyoruz. Ayağımızı topraktan çektik ve kendimizi ördüğümüz duvarların içine hapsettik. Kendi dünyamıza olan aşkımızı tek taraflı olarak sonlandırdıkça derin bir acı çekiyoruz. Acımızı telafi etmek için daha da fazla görmezden geliyor ve bencilce daha fazlasını tüketiyoruz. Gerçek doyuma ulaşamadığımız için hep daha fazlasını arzuluyoruz. Sonuç ise yalnızlaşma, ayrılık ve sıkışıklık hissi oluyor. Diğer taraftan yoga bunun tam tersi bağ kurmak, genişlemek ve bütün olmak ile alakalı.

Yoga ayrılık değil, birleşme ve bir olma üzerine kurulu. Hem iç hem de dış dünyamızda. Bir birey olarak iç ekosistemimizde daha fazla parçamızın bütünleşmesi ile güzellik, duyarlılık ve bütünlük kazanırız. Ama dış ekosisteme bağlanmadan gerçek bir dönüşüm sağlamamız mümkün değil. Yoga, bireysel olanın ötesine uzanıp hayatın sonsuz kaynağı ile bağlantı kurmak ile ilgilidir.

Küçük benliğimizin geçici doğasına tahammül edemiyoruz. Sonsuza kadar yaşamak istiyor bunun için doğayı haşince kontrol etmeye çalışıyoruz. Hiçbir canlının yaşamı kalıcı değildir, ama yaşamın kendisi devam eder. Kendimizi yaşamla özdeşleştirir ve birbirinden ayrı benliklerin sınırını aşarsak, geçici olanın altındaki kalıcılığı, her şeyin içindeki döngüselliği görebiliriz. Gerçek doğamız doğumsuz ve ölümsüzdür. Yoga'da aradığımız gibi benliğimizin değişmez, her şeyle bir olan özüyle bağlantı kurabilirsek hem bütün gezegen ile iç içe ve karşılıklı olarak bağlı olduğumuzu kavrar hem de daha az acı çekeriz.

Türkçe'de yaşam, yeşermek ve yeşil kelimeleri etimolojik olarak aynı kökten gelir (kurunun tersi olan yaş olmak canlı olmak ile ilişkilendirilir ve yeşil olmak canlı olmaktır). Yeşili korumadan yaşamı korumamız ve yeşermemiz mümkün değil. Yoga'da topraklanmak, köklenmek ve yeryüzü ile bağlantıya geçmek isteriz. Ancak bir yandan ormanları kesip toprağı erozyona uğratırken diğer yandan topraklanmamız nasıl mümkün olabilir? Diğer taraftan gökyüzüne uzanmak, daha yüksek bilinç düzeylerine ulaşmak ve genişlemek isteriz. Peki bir yandan havayı kirletirken diğer yandan gökyüzünü nasıl kucaklayabiliriz?

Yoga, meditasyon, psikoloji ya da herhangi bir farkındalık yolunda ilerleyen birisinin çevresine karşı kaçınılmaz bir hassasiyet geliştirdiğini görürüz. Bu farkındalık yolunda alışkanlarımıza derinlemesine baktığımızda yaptığımız akıl almaz hataları görmemiz de kaçınılmazdır. Dünyanın ortak kaynakları bir trajedi yaşıyor. Kolektif olarak paylaştığımız ortak kaynaklarımızı hiç üstümüze alınmadan şuursuzca tüketiyoruz. Stüdyolara kapanıp şiddetsizlikten bahsetmek kolaydır; ancak şımarıkça tükettiklerimizle gezegenimize kendi uyguladığımız şiddeti de görmemiz gerek. Yaptığımız en ufak tercihin bir sonucu var, bilinçsizce tükettiğimiz her şey zincirleme bir etki yaratıyor. Dünyanın öbür ucundan getirdiğimiz en ufak bir şeyin, doymak bilmediğimiz birçok gıdanın üretiminin ciddi karbon ayak izleri var. Kullan at alışkanlıklarımızla ürettiğimizden çok fazlasını tüketiyor, sınırlı doğal kaynaklarımızı savurganca harcıyor ve kirletiyoruz. Özendiğimiz birinci dünya vatandaşı alışkanlıklarının tüm dünya için sürdürülebilir olması mümkün değil. Tüm canlı hayatı için sürdürülebilir olmayan bir şeyin de hiç kimse için sürdürülebilir olmadığını idrak etmemiz lazım. Gittiği yeri gözümüzle görmediğimiz için attığımız çöpü yok sayıyoruz, ancak okyanusun ortasında plastikten kocaman bir kıta oluşturmuş durumdayız. Attığımız çöpün kendi kapımıza kadar taşacağı günlere hızla yaklaşıyoruz. Daha da geç olmadan farkındalığımızı genişletip hızlıca evrilmemiz lazım, tam da yoga'nın önerdiği gibi.

Yoga bir genişlemedir. Genişledikçe sahipleniriz. Nehirler damarlarımız, güneş kalbimiz, ağaçlar ciğerlerimiz olur. Genişledikçe dünyanın herhangi bir yerindeki problemin hepimizin problemi olduğunu anlarız. Bu büyük cesaret gerektirir zira bu şekilde dünyamızın çektiği büyük acılara ortak oluruz. Farkındalığımız derinleştikçe her bir birey olarak doğaya verdiğimiz zararı doğrudan kendimize verdiğimizi görür, sorumluluk yüklenerek konfor alanından çıkmamız ve yeni alışkanlıklar edinmemiz gerektiğini fark ederiz. Diğer yandan bu acı ve zorlukları kaldırabilecek güç, cesaret ve irade de aynı genişlemeden ve bağ kurmadan gelir. Doğanın sonsuz güçleri artık yanımızdadır.

Toprak anamızdan acil bir "uyan" çağrısı alıyoruz. Bu çağrıya cevap verip doğanın bilgeliğiyle tekrar uyum içine girmeyi öğrenmemiz lazım. Görevimiz dünyamızı iyileştirmek. Önce bireysel alışkanlıklarımızı tekrar değerlendirmek, örnek olmak ve gerektiğinde liderlik etmek sonra da kurumlardan uygun şekillerde taleplerde bulunmak ve toplumsal olarak kültürümüzde ciddi değişiklikler yapmamız lazım. Yeni modellere, yeni hikayelere ve acil bir dönüşüme ihtiyacımız var, evrimimizi hızlandırmamız gerekiyor ve bizi evrimleştiren enerji doğa ile uyumumuzda saklı. Ancak bu şekilde bir insan olarak tam potansiyelimize ulaşabilir ve tüm bir gezegen olarak yaşayan bir organizma olduğumuzu idrak edebiliriz. Biz dünyanın parçasıyız, o da bizim parçamız. Ne mutlu ki dünyamızla bir olduğumuzda hissettiğimiz tek şey acı olmaz, müthiş bir hayranlık da duyarız. Artık yalnız değil, kocaman bir ailenin üyesiyizdir. Bir filizin yeşermesinden, bir kuşun ötüşünden, toprağa çıplak ayağımızla basıp bir nehrin serin suyunu yudumlamaktan sonsuz bir zevk alırız. Toprak ana bütün yaralarına rağmen tüm haşmetiyle bize kucak açmış bekliyor. Tekrar bütün olabilmek için gerçek yuvamızı hatırlayıp bu ayrılığı sonlandırmak bizim elimizde.

Etiketler:

Etiket ile ara
bottom of page