Gabor Mate 1: Beden-Zihin Birliği ve Stresi Bilimsel Olarak Anlamak
Biz insanlar zihin ve bedenin bir bütünün birbirinden ayrılmaz parçaları olduğunu içgüdüsel olarak biliriz. Ancak yaygın modern tıp görüşü, bizim sezgilerimizle doğru olduğunu bildiğimiz bu gerçeği ne yazık ki dar bir bakış açısına sokarak zihin, beden ve insan organizmasına ait tüm parçaları birbirinden bağımsız parçalar halinde görme eğilimindedir. İşte Doktor Gabor Mate, Vücudunuz Hayır Diyorsa kitabına kendisinin de değerli bir üyesi olarak dahil olduğu modern tıp dünyasının bu bakış açısına bir öz eleştiri ile başlıyor. Hepimizin içinde var olan şifa gücünü daha bütünsel bir yaklaşımla gözler önüne sermek adına bu ayrışmayı geçersiz kılan birçok çarpıcı modern tıp bulgularıyla ve vaka analizleriyle karşılaşıyoruz kitap boyunca. Gabor Mate’yi Amerikan Hastanesindeki Code Lotus merkezinin davetiyle Türkiye’ye geldiği seminerde canlı olarak da dinleme fırsatı bulmuştum. Hem seminerden hem de kitaptan edindiğim değerli bilgileri, bu yazı serisi ile paylaşmak istiyorum. Özellikle kitabın yoğun ve dolu dolu içeriğinden dolayı sizleri de sıkmamak adına bu bilgileri 3 parça halinde aktaracağım. Umarım zihnimizin ve bedenimizin işleyişine dair bir içgörü uyandırmak ve bunun beraberinde bir dönüşüm süreci başlatmak adına ufacık da olsa bir katkım olur.

Kitapta teknik detaylarıyla oldukça fazla vaka analizi yapılmış. Bu vakalar üzerinde daha detaylı olarak ikinci yazımda duracağım. Şimdilik genelleme yapmam gerekirse özellikle kökeni konusunda modern tıp anlayışının netlik kazandıramadığı hastalıklarda, strese tepki veren sinir sistemi ile bağışıklık sistemi arasındaki bağlantı sandığımızdan çok daha kritik duruyor diyebilirim. Benzer şekilde modern tıp anlayışına göre aynı koşullarda bulunan iki insandan birinin neden sağlıklı kalırken diğerinin neden hasta olduğu konusunda da kişinin psikolojik durumunu ve kişisel geçmişini ele almak çok faydalı olacaktır. “Bağışıklık sistemimiz, varlığını günlük yaşamdan soyutlanmış bir şekilde sürdürmez” diye belirtiyor Dr. Gabor Mate. Kitapta verilen bir çalışmada, sağlıklı ve genç tıp öğrencilerinin normal fonksiyon gösteren bağışıklık savunmalarının final döneminde sınav stresi ile baskılanmış olduğu gözlenmiş. Ayrıca bir sebepten ötürü sosyal yalnızlık çeken öğrencilerin de bu savunmalarının daha düşük olduğu belirlenmiş. Soyutlanma ve stresin insan sağlığı açısından olumsuz etkilerini görmekle birlikte hastaların kişisel geçmişlerine bakmak da hastalığı daha iyi anlamak açısından bize yardımcı olabilir. Dr. Gabor Mate, Vancouver Hastanesi Palyatif Bakım Servisi’nde çalıştığı 7 yıllık süre içerisinde ölümcül bir hastalık ile boğuşan birçok hasta ile vakit geçirme imkanı bulmuş. Sıradan bir modern tıp doktorunun normalde hiç yapmadığı bir şekilde hastalar ile psikolojik durumları ve kişisel geçmişleri hakkında sohbetler edip incelemelerde bulunmuş. Birçok hastalık sebebiyle tedavi gören insanlarda aynı kalıpları gördüğünü belirtiyor: “Ciddi bir hastalıkla boğuşan hastaların hemen hemen hepsi yaşamlarının önemli bir alanında hayır demeyi öğrenememiş kişilerdir.” Özellikle bebeklik döneminde bebeğin, bulunduğu olumsuz koşullar ile otomatik bir başa çıkma yöntemi olarak başlayan şey katılaşarak duygusal bastırma, duygularını yeterince ifade edememe gibi duygusal yetersizlikler şeklinde bir kişilik özelliği haline geliyor. “Bastırma -duyguları farkındalıktan kopartma ve bilinçaltına itme- fizyolojik savunmalarımızın düzenini bozup kafasını karıştırır; bunun sonucu olarak bazı insanlarda bu savunmalar yolunu şaşırıp sağlığı korumak yerine, kişiye zarar verir hale gelir.” Örnek vakalar üzerinde ikinci yazıda duracağım. Oldukça çarpıcı örnekler ve hepimizin çıkarması gereken dersler var.
Zihin-beden arenasında insanları hastalığa daha açık hale getiren kritik bir faktör olan stres kavramı ön plana çıkıyor. Peki nedir bu stres? Genel modern tıp düşüncesine göre stres, son derece rahatsız edici, ancak yalnızca ani, münferit olaylar sonucunda oluşur. Bu ani bir işsizlik, yakın birinin kaybı veya boşanma olabilir. Ancak bu büyük ani olaylar ciddi stres kaynakları olsa da, insanların yaşamlarında çok daha sinsi ve zararlı kronik stresler de bulunmaktadır. Bu noktada akut stres ile kronik stres arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Akut stres, vücudun strese karşı verdiği ani, kısa süreli yanıttır. Kronik stres ise kişi ya tanımadığından ya da kontrol edemediğinden kaçmasının mümkün olmadığı stres kaynaklarına maruz kaldığında, stres mekanizmalarının çok daha uzun süreler boyunca harekete geçirilmesinin sonucudur. Görüyoruz ki akut stres ile kronik stresin etkileri oldukça farklı olabiliyor. Örneğin; akut stres dönemlerinde meydana gelen geçici kortizol hormonu yükselişi çoğunlukla sağlıklı ve gerekli bir şey iken, kronik stres altındaki insalarda kronik olarak yükselen kortizol seviyeleri hiç de sağlıklı değildir. Tıp dünyasının genellikle stresi asabi bir gerginlik şeklinde ortaya çıkan akut stres ile sınırlandırmasına karşılık Gabor Mate daha geniş bir tanımlama yapıyor: “Bizim tanımlayacağımız anlamda stres, subjektif bir duygu meselesi değildir. Stres, beyin, hormonlar, bağışıklık sistemi ve diğer pek çok organı da içine alacak şekilde, bedende meydana gelen ölçülebilir ve objektif bir dizi fizyolojik olaydır. Hem hayvanlar hem de insanlar stresi farkına bile varmadan yaşayabilir.” Hiç farkına dahi varmaksızın bilinçaltındaki duyguların kıskacında olan veya bedenlerinin tepkilerini hiç dinlemeyen insanlarda stresin etkileri hayli yüksek olabilir. Gabor Mate’nin kitap boyunca çalışmalarını referans olarak gösterdiği Dr. Hans Selye’nin gözlemlerine göre yüksek seviyelerdeki iç stresi çocukluğundan beri bir alışkanlık haline getirenler için, stresin yokluğu bir rahatsızlık, can sıkıntısı ve anlamsızlık hissiyatı dahi uyandırabilir. Yani insanlar kendi stres hormonlarına ve farkında bile olmadan yaşadıkları kronik stres haline bağımlı hale gelebiliyor.
Stres, organizma kendi varlığına veya esenliğine yönelik bir tehdit algıladığında meydana gelen görünür veya görünmez iç değişimlerden oluşmaktadır. Stres deneyiminin üç öğesi bulunduğunu belirtiyor Gabor Mate: organizmanın tehdit olarak algıladığı fiziksel veya duygusal bir stres kaynağı, stres kaynağı ile karşılaşan ve bunu kendince yorumlayan işletim sistemi ve son olarak da bir tehdit algısına tepki olarak gerçekleşen çeşitli fizyolojik ve davranışsal düzenlemelerden oluşan stres yanıtıdır. Bu noktada ilk dikkat çeken şey stres yanıtının stres kaynağına anlam yükleyen işletim sistemine bağlı olmasıdır. Dolayısıyla stres kaynağıyla karşılaşan kişinin karakter yapısı ve o anki ruhsal durumu stresin niteliğini oldukça etkilemektedir. Her bir stres olayı münferittir ve bugün yaşanmakla birlikte, geçmişe ait bir unsur da barındırabilir. Stres deneyiminin yoğunluğu ve uzun süreli etkileri her bir kişiye has birçok faktöre bağlıdır. Her birimiz için stresin tanımı bir kişilik yapısı ve hatta bir kişisel tarih meselesidir.
Stres, bedendeki hemen her dokuyu etkilemekte ve kapsamaktadır. Dr. Hans Selye’nin belirttiği üzere stres yanıtının genel çerçevesi beyin ve sinirler, hipofiz, böbreküstü bezleri, böbrek, kan damarları, bağ dokusu (aynı zamanda yoga’da da son yıllarda sıkça tartışılan popüler bir konu), tiroid, karaciğer ve akyuvarlar ile birlikte bunlar arasındaki çok katmanlı ilişki ve etkileşimleri de içine almaktadır. Birçok bağışıklık sistemi hücresi ve dokusu etkilenmekte; kalp, akciğerler, iskelet kasları ve beyindeki duygu merkezleri de dahil olmaktadır. Diğer taraftan stres yanıtı yalnızca bedenin tehdide karşı verdiği tepki olarak değil, aynı zamanda tehdit karşısında kendi özdengesini koruma çabası olarak da ifade edilebilir. Yani stres aynı zamanda bir uyumsuzluk veya özdengenin tehdit altında olması durumu olarak da tanımlanabilir. Bu tanıma göre de stres kaynağı özdengeyi bozmaya meyleden gerçek veya algısal bir tehdittir. Bu dengeyi bozan şey besin kaynaklarının eksikliği gibi fizyolojik bir stres kaynağı olmakla birlikte sosyal bir hayvan olan insan canlısı için sevgi eksikliği gibi duygusal bir kaynak da olabilir. Bu nokta önemli: Hans Selye bu konuda şöyle bir görüş dile getirmiş: “Hiç tereddütsüz denilebilir ki, insanoğlu için en önemli stres kaynakları duygusal olanlardır.”
Kitapta belirtilen ve Gabor Mate’nin seminerde de belirttiği üzere araştırma literatürünün evrensel olarak duygusal strese yol açtığını belirlediği üç temel faktör var: belirsizlik, bilgi eksikliği ve kontrol kaybı. Gabor Mate’nin kendi gözlemlerine göre de kronik hastalığı bulunan insanların yaşamında bu üç unsur da mevcuttur. Çoğu hasta üzerinde gözlemlediği üzere bunların çoğu da farkındalık alanı dışında gerçekleşmektedir. Örneğin kontrolün kendi elinde olduğunu düşünen birçok insanın aslında karar ve davranışlarını yönlendiren, kendilerinin hiç de haberdar olmadığı çeşitli güçler vardır. Kitapta tam örneği olmasa da biz aile dinamiklerini inceleyen başka çalışmalardan da biliyoruz ki bu, vefat etmiş bir aile büyüğü dahi olabilir. Bu kontrol yanılsamasını da tuzla buz eden şeyin hastalığın kendisi olduğunu belirtiyor Gabor Mate. Fizyolojik olarak herhangi bir tehlikede olmasak dahi bedenlerimiz kaç ya da savaş tepkisi vermeye devam ediyor. Bu tepkilerin amacı bedenin bütünlüğünü korumak ve hayatta kalmak. Ancak maalesef bizler, uyarı sistemimizi oluşturmak üzere tasarlanmış içgüdülerimizle temasımızı kaybettik. Beden bir stres yanıtı geliştiriyor ancak zihin, tehdidin farkında bile değil. Duygusal sıkıntıyı hiç fark etmememize rağmen fizyolojik olarak sıkıntılı durumlara sokuyoruz kendimizi. Tıpkı hiçbir yere kaçamayan denek hayvanları gibi, insanlar da sağlığa zararlı yaşam tarzları ve duygusal kalıplar içerisine hapsediyor kendisini. Gabor Mate’nin belirttiği üzere durum ekonomik kalkınma seviyesi yükseldikçe bile daha vahim hale gelebiliyor. Kendi duygusal gerçekliklerimize karşı daha çok uyutuluyor, bedenimizde ne olup bittiğini artık hissedemiyor ve kendimizi koruyacak şekilde hareket edemiyoruz.
“Stresin fizyolojisi bedenlerimizi yavaş yavaş tüketiyor; bunun sebebi bedenimizin artık işe yaramaması değil, bizim onun gönderdiği işaretleri anlamaya artık muktedir olmamamız.”
Gabor Mate’nin yaklaşımını temellendirdiği ve aynı şekilde yoga düşüncesinin de temelinde olan zihin-beden birliği ile ilgili çok tatmin edici bir tıp alanı ile karşılaşıyoruz kitapta. Psikonöroimmünoloji olarak adlandırılan bu yeni tıp dalı tam da zihin ile bedenin etkileşimlerini, insan gelişiminde ve yaşam boyu sağlıkta ve hastalıkta duygular ile fizyolojinin ayrılmaz bütünlüğünü inceleyen bir bilim dalı. Çok havalı bir isme sahip olan bu bilim dalı aslında, psişenin -ruh ve kapsadığı duygular- bedenin sinir sistemi ile derinden etkileşime geçme biçimlerini ve buna karşılık, zihin ile bedenin bağışıklık savunmalarımız için nasıl temel bir bağlantı oluşturduğunu inceliyor. Hatta bazıları, hormonal aygıtın da zihin-beden yansımasını sistemimizin bir parçasını oluşturduğunu belirtmek için bu yeni alanı psikonöroimmünoendokrinoloji olarak da adlandırmaktadır. Artık yenilikçi araştırmalarla bu bağlantıların hücre seviyesine kadar nasıl işlediğini görebiliyoruz. Böylelikle zihin-beden bağlantısını tamamen spiritüel dünyaya ait bir görüş olmaktan kurtarıp, bilimsel bir temele de oturtabiliyoruz. Bir yoga hocası ve aynı zamanda analitik düşünceye sahip bir mühendis olarak böylesi konular içimi gıdıklıyor (al sana zihin-beden bağlantısı). Biz bu sisteme kısacası PNİ süper sistemi diyeceğiz. Bu yazının sadeliğini korumak adına teknik detaylara çok fazla girmeyeceğim. Kısaca görüyoruz ki PNİ süper sisteminin çeşitli bileşenleri arasında hücresel seviyeye dahi inen kocaman bir ağ var ve bunların arasında da çapraz bir biyokimyasal sohbet söz konusu. Yani PNİ sisteminin herhangi bir kısmını etkileyen kısa süreli veya kronik uyarıcıların diğer kısımları da etkileme potansiyeli bulunmakta. Gabor Mate bunu dev bir telefon santrali olarak canlandırıyor: “her yönden gelen ve her yöne giden koordine mesajlardan ötürü hiç durmadan yanıp sönen bir santral panosu gibi.” Fizyolojik uyaranlarla birlikte aynı şekilde psikolojik uyaranların da sonucunda bir dizi ardışık ve paralel aktivite sonucu beyin zarı bölümlerini ve daha derin beyin yapılarını içeren duygu merkezleri, böbrek üstü bezleri ve hipofiz bezi gibi bezler, sempatik sinir sistemi, kardiyovasküler sistem gibi birçok doku, organizma ve sistem aktive olmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi belirsizlik, çatışma, kontrol yoksunluğu ve bilgi yoksunluğu gibi psikolojik faktörler ile birlikte organizma bedensel bir his şeklinde duygusal bir rahatsızlık hisseder. Kontrol hissi ve tamamlayıcı davranış, yani eksikliği hissedilen duygusal ihtiyaçların (sevgi ve fiziksel temas gibi) giderilmesi ile birlikte tepki olarak oluşan stres ortadan kalkmaktadır. İnsan canlısı olarak hepimizin sosyobiyolojik duygusal ihtiyaçları var. Çeşitli sebeplerden dolayı kronik olarak bastırılmış ve giderilmemiş bu duygusal ihtiyaçların ve bedenin uyarıcı mesajlarının uzun süreli görmezden gelinmesi ile birlikte beden büyük bir hastalığı önünüze atarak hayır diyor!
Gabor Mate’nin de eleştirdiği üzere akılcılığın duygusallığa yeğlendiği, çocuklara sık sık tembihlenen “o kadar hassas olma”, “o kadar duygusal olma” gibi tavsiyelerin verildiği toplumumuzda duygularımızla tekrar iletişim kurmak bir o kadar önem kazanıyor. Bu noktada “özdüzenleme” için gerekli olan “duygusal yeterlik” kavramı ile karşılaşıyoruz. Duygusal yeterlik, kişinin kendi hisleri ve arzularıyla uygun ve tatmin edici bir şekilde başa çıkabilme becerisi olarak tanımlanıyor (Kitabın İngilizce çevirisinde tam olarak ne yazıyordu bilmiyorum ama bu bana Türkçe’ye “esnek dayanıklılık” olarak da çevrilen “emotional resilience” kavramı gibi geldi). Kitapta belirtilen duygusal yeterlik maddelerini olduğu gibi aktarıyorum:
Duygularımızı hissetme kapasitesi, ki böylece stres yaşadığımızda bunun farkına varırız;
Duygularımızı etkili bir şekilde ifade edebilme ve böylece ihtiyaçlarımızı ortaya koyma ve duygusal sınırlarımızın bütünlüğünü koruma becerisi;
Mevcut duruma ait psikolojik tepkiler ile geçmişin kalıntılarını temsil eden psikolojik tepkiler arasında ayrım yapabilme becerisi. Dünyadan istediğimiz ve talep ettiğimiz şeyin çocukluktan gelen, bilinçaltında yer alan tatmin edilmemiş ihtiyaçları değil, mevcut somut ihtiyaçlarımızı karşılaması gerekir. Geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki ayrımlar bulanıklaşırsa, aslında olmadığı halde kayıp veya kayıp tehdidi algılarız;
Başkalarından kabul veya onay elde etmek adına bastırmak yerine, karşılanması gereken gerçek ihtiyaçların fark edilmesi.
Bu kriterler karşılanmadığında stres meydana gelir. Kronik bozulma, sağlığın bozulmasına yol açar. Kendimizi gizli streslerden korumak ve hasta olduysak da iyileşmek istiyorsak duygusal yeterlik geliştirmemiz gerekmektedir. En iyi engelleyici ilaç olarak çocuklarımızda duygusal yeterliği beslememiz gerekir.
İkinci yazıda kronik gizli stresin etkilerini daha detaylı görmek için kitapta bahsedilen örnek vakalar üzerinde durdum. Hepimizin çıkarması gereken oldukça çarpıcı dersler var.
Serinin üçüncü yazısını iyileşme süreçlerine dair daha detaylı açıklamalara ayırdım.