Hayatın sıradan acıları
Okuduğum bir yazıda yazar artık sıradan acılar çekmek istediğinden bahsediyordu. Büyük facialar yaşamak yerine en azından hayatın sıradan acılarını çekmeye razı olabilirdi.
Halbuki mevcut kültürel normlar bize hiçbir zaman hiçbir acı çekmememiz gerektiğini söyler. Canımız sıkılıyorsa ciddi bir problem var demektir. En ufak bir mutsuzluk belirtisi bile ivedilikle kovulması gereken bir şeydir. Hayat bu kadar güzellikle doluyken yaşadığımız ufacık bir üzüntü bile bakış açımızdaki bir kusurdan kaynaklanır.
Zaten parmaklarımızın ucuyla sonsuza kadar kaydırıp kolaylıkla tüketebileceğimiz bir haz ve motivasyon bolluğu içinde keyiflenmek varken neden böyle zor hislerle uğraşalım ki?
Ancak hayatın sıradan acıları gerçekten vardır. Hastalık, ölüm ve ayrılık hayatın kaçınılmaz gerçekleridir. Hayatın belirsizliği, değişkenliği ve muazzam derinliği her şeyi açıklamaya çalışan zihne fazla gelir ve arada bir gelen yetersizlik ve varoluşsal boşluk hissi yaratır.
Doğru dozda bir üzüntü, yas, can sıkıntısı ve öfke bazen de olması gereken bir tepkidir.
Yazarın yakındığı tarzda faciaların bir kısmı da bizim bu zor duygulara olan tahammülsüzlüğümüzden kaynaklanır.
Yaşamak yerine inkar ettikçe, halı altına savurup görmezden geldikçe ve çok büyük bir sorunmuş gibi değerlendirdikçe hayatın sıradan ve küçük bir acısı büyük bir ızdıraba dönüşebilir.
Halbuki acıyı da hissedebildiğimiz takdirde gerçek bir doyumu, keyfi ve mutluluğu hissedebiliriz.
Sürekli mutlu olma saplantısını bırakıp dozunda bir acıya da tahammül edebilmeliyiz.
Elbette ki yoktan bir acı yaratmamalıyız ya da kaldıramayacağımız bir acıya bodoslama dalmamalıyız. Ama arada bir gelen hüzün dalgasına da içinde boğulmadan izin verebilmeliyiz ki ardından gelebilecek olan keyif dalgasını da hakkıyla yaşayabilelim.
Comments